Balıkçı ve Oğlu; Zülfü Livaneli’nin 2021 yılında basılan ve son zamanların güncel konuları olan; Ege Denizi’ndeki düzensiz göç ve yarattığı travmalar ile ege sahillerinin rant ve para hırsıyla balık çiftlikleri, oteller, yazlık siteler gibi unsurlar ile yağmalanması gibi sorunlara, bir Ege köyünde yaşayan balıkçı Mustafa, eşi Mesude, fırtınalı bir havada denizde kaybolan oğulları Deniz’in hiç silinmeyecek hatırası ve dinmeyen acısı ile, Mustafa’nın bir gün balıktan köyüne dönerken denizde bulduğu Samir bebek ana kahramanlarının çevresinde oluşan olaylar ve duygular örgüsünde geçen ve okuyucu kimi zaman sevindiren kimi zaman ağlatan ama tüp kitap boyunca ve özelikle de sonunda “Ben bu konuda ne yaptım? …ne yapabilirdim?” gibi sorularla kendisini sorgulatan bir roman.
Mustafa, bir Ege balıkçı köyünde eşi Mesude ile yaşayan ve geçimini küçük ahşap balıkçı teknesi ile balıkçılık yaparak sağlayan genç bir ege köylüsü, bir denizcidir. Her ikisi de aynı köyde doğmuş büyümüşler ve gençliklerinde birbirlerine sevdalanarak yuva kurmuşlardır. Kısa bir süre sonra da bu yuvaya oğulları Deniz katılmıştır. Yıllar içinde Deniz babası Mustafa ile balığa çıkabilecek yaşlara gelir ve arada sırada Mustafa balığa giderken oğlu Deniz’i de yanında götürür. Bir babanın sevdiği işi yaparken yanında oğlunun da olması ve işin basit ve küçük başlangıç detaylarını ona öğretme hazzı ve mutluluğunu yaşaması; hem baba Mustafa’nın, hem oğul Deniz’in, hem de ikisinin biraz yorgun ama yakaladıkları balıklarla o gün de Ege’nin onlara günlük rızıklarını vermesinin yüzlerinde oluşturduğu tebessümle denizden dönmelerini evde bekleyen anne Mesude’nin çok hoşuna gitmektedir. Ta ki bir gün denizde çıkan ani bir fırtınada Deniz’in tekneden düşerek dalgaların arasında kaybolmasına ve Mustafa’nın saatlerce fırtınalı denizden köyün balıkçı barınağına dönmemesi üzerine meraklanan köydeki diğer balıkçıların tekrar denize açılarak oğlu Deniz’i arayan Mustafa’yı bulmalarına, hep beraber Deniz’i aramalarına ama oğlu Deniz ile iki kişi olarak denize açılan küçük ahşap balıkçı teknesi ile Mustafa’nın köye tek kişi döndüğü o uğursuz güne kadar. Denizin Deniz’i bir daha geri vermemek üzere aldığı ve Mustafa ile Mesude’nin hayatlarının tamamen değiştiği o güne kadar. Artık ne Mustafa eski Mustafa, ne Mesude eski Mesude, ne de köy eski köydür.
Ama ölen ile ölünemediği gibi hayat da devam etmektedir. Yine Mesude evdedir, yine Mustafa denize balığa çıkar ama bu acı kaybın ardından kendisini suçlayan Mustafa evde Mesude ile çok az konuşmakta, arada sırada gittiği köy kahvesine hiç gitmemekte, balıkçı arkadaşlarının yakaladıkları balıklardan para etmeyecek olanları kendilerine ayırıp hep beraber kızartarak yanına da yine kendi aralarında topladıkları para ile bazen bir şişe rakı açtıkları o ender içkili toplantılara da hiç katılmamaktadır. Mustafa artık gün ağarırken herkesten önce balığa çıkar, denize açılır ve yalnızlığında deniz ile, inandığı ve kızdığı ama gücendirmekten de korktuğu Allah inancıyla ve kendisi ile konuşur. Bazen de ziyaretine geldiğine inandığı ve teknesine yaklaşan, teknenin baş tarafında oynaşmaya başlayan yunus balıkları ile, özellikle de içlerinde en büyüğü olan ve “Baba Yunus” dediği yunus ile konuşur. Yunus balıklarının geldiği bu özel anlar Mustafa’nın yüzünde istemsizce oluşan, çoğunlukla kendisinin de fark etmediği, fark ettiğindeyse silmek için çaba gösterdiği gülümsemenin yaşandığı ender zamanlardır. Mustafa’nın üstüne balık kokusundan daha fazla sinen ve gittiği her yere görünmez bir bulut gibi taşıdığı matem havası artık sadece bir arkadaş gibi paylaştıkları evlerinde ki Mesude’yi, kendisini özleyen ama tüm iletişimleri nadiren elle, bazen başla, çoğunlukla da sadece gözlerle yapılan sessiz selamlaşmaların ötesine gitmeyen köyün diğer balıkçılarını da etkilemesine rağmen ne karısı Mesude, ne arkadaşları ne de köyün sayılan, sevilen, sözü dinlenen yaşlıları bu duruma bir çözüm bulamamaktadırlar. Zamanla bu durum onaylanmasa da çaresizce kabullenilir. Oysa kaderin, Tanrı’nın, Karma’nın, Allah’ın ya da neye inanıyorsanız onun Mustafa, Mesude ve bu köydeki yaşayan diğer roman kahramanları için planları henüz bitmemiştir.
Sessiz, gülümsemesiz, kederli, yalnız, kızgın ve kırgın balıkçı Mustafa, oğlunun ölümüne sebep olan ya da en azından oğlunu kurtaramayan denizci Mustafa yine bir gün doğumunda herkesten önce uyanıp teknesi ile denize açılır. Bir gün önce teknesini balıkçı barınağına bağladıktan sonra evine çıkan yokuşu yürüyerek tırmanmaya başlamadan önce yanlarından geçerken bölgedeki Sahil Güvenlik botu komutanın diğer balıkçıları o bölgede kaçak göçmenleri taşıyan şişme bir botun battığını ve denizde canlı veya ölü göçmenlerin olabileceğini konusunda uyardığına kulak misafiri olmuştur. Ama o sabah gece yağan çiğden ıslanmış ahşap kayığı ile denize açılırken akşam duyduğu bu olayın o gün hayatını tekrardan değiştireceğinden habersizdir. Aynı günün akşamı Mustafa köye bir miktar balık, biri erkek biri kadın olmak üzere; biri teknede diğeri sudan çıkartamadığı için teknenin bordasına bağladığı iki göçmen cesedi ve Baba Yunus’un burnu ile itekleyerek Mustafa’ya getirdiği şişme bir can simidine bağlanmış canlı bir erkek bebek ile döner. Cesetleri teknesini yanaştırdığı köyün balıkçı barınağında kendisini bekleyen ve yolda gelirken telefon ile haber verdiği jandarmalara teslim eden Mustafa o akşam eve ve Mesude’ye, balıksız ama yine yolda gelirken teknenin başaltındaki parakete sepetinin içine üzerini teknedeki bir battaniye ile örterek sakladığı bebek ile döner. Balıklar ise tekne de kalmıştır ve artık köyün kedilerinin hakkıdır. Deniz’i alan deniz ve Baba Yunus Mustafa’ya yeni bir bebek vermiştir ve Mustafa denizde bulduğu erkek ve kadın cesetlerinin onun annesi babası olduğuna inandığı bu bebeği ne jandarmaya ne de bir başkasına vermeyecektir. O akşam Mesude, elinde üzeri örtülü parakete sepeti ve yüzünde bir gülümseme ile eve giren Mustafa’nın bu haline şaşıramamıştır bile çünkü o şaşkınlığı eve girdiğini kapının tıkırtısından duyduğu Mustafa’nın kendisine çok uzun zamandır duymadığı coşkulu bir ses ile seslendiğini an yaşamıştır. Sabaha karşı birbirlerine sarılarak uyuya kaldıkları o geceyi kara gözlü esmer tenli bu bebeği seyrederek ve çokça da Mesude’nin bu bebeği köyden, jandarmadan nasıl gizleyecekleri konusunda ki korkuları hakkında konuşarak geçirirler. Ertesi sabah Mustafa hep olduğu gibi erkenden uyanıp balığa çıkmaz ama öğleye doğru önce jandarma komutanına sonra da ilçedeki savcıya giderek ifade verir. Ürkek bir ruh haliyle verdiği ifadelerde denizde sadece iki ceset bulduğunu, başka canlı veya ölü kimseyi görmediğini söyler ve bebekten hiç bahsetmez. Günler ilerledikçe hem Mesude hem de Mustafa bebeğe iyice alışır ve bağlanırlar ve her gün denize açılmayan, denize açıldığı günlerde ise eskisi kadar erkenden, herkesten önce balığa çıkmayan Mustafa’daki değişikler köyde konuşulmaya başlar. Hatta bir akşam balıktan döndüğünde eve gitmek yerine para etmez diye satmadığı ve yanında getirdiği ıskarta balıklar ile balıkçı arkadaşları ile rakı içmesi köyün diğer balıkçılarını, Mustafa’nın eski dostlarını hem sevindirmiş, hem şaşırtmış hem de şüphelendirmiştir. Küçük köyler de yaşanması zor olan gerçeklerden biri de budur; dedikodu ve söylemler hızla yayılır. Bu arada Sahil Güvenlik aynı kazada denizde yaptığı arama kurtarma faaliyetleri esnasında genç bir göçmen kadını canlı kurtarmayı başarmıştır. Günler sonra hastanede yatan ve sürekli ağlayarak Samir diye bir ismi sayıklayan bu kadının tercüman aracılığıyla alınan ifadesinde bebeğini şişme bir can simidine bağladığını ve kurtulduğuna inandığını söylemesi de köyde duyulduğunda dedikodular ve şüphelerde artık Mustafa ve Mesude’nin kulağına kadar gelecektir. İlçedeki savcının da Mustafa’yı tekrar ifade vermesi için çağırdığında ve bu olayı sorduğunda artık hem Mustafa hem de Mesude için doğup büyüdükleri köylerinde Samir bebek ile kalmaları imkansız hale gelmiştir. Ama ok yaydan çıkmıştır bir kere, Mustafa iki kez savcıya bir kez de jandarmaya yalan söylemiştir artık; kaldı ki ikisi de Samir bebeğe çok bağlanmışlardır. Evde korku ile birlikte Deniz’in kaybından sonra tekrar geri gelen mutluluk birbirini kovalamaktadır. Mustafa’nın ise aklında bir plan vardır. Mesude’nin kız kardeşi ve Nazilli’de bir bankada memur olarak çalışan enişteleri bebek beklemektedirler ve doğum yaklaşmak üzeredir. Başka çıkar yol kalmamıştır. Mustafa ve Mesude sabahı zor ederler ve sabah ezanı okunmadan Samir bebek ile köyden ayrılarak ve ilçede yanlarında bir bebek ile tanıdık kimseye görünmemek için bildikleri tüm duaları ederek, kendilerini ilk Nazilli otobüsüne atarlar. Plan basittir. Baldız ikiz bebek doğurduğu diyecekler, birini oğullarını kaybeden ablası Mesude ve Mustafa’nın haline üzüldükleri için büyütmesi için onlara verdiğini söyleyeceklerdir. Birsüre sonra da Samir bebek ile köye geri döneceklerdir. Düşündükleri gibi de yaparlar ama çözemedikleri tek bir detay vardır ki o da tek bebek doğmuştur ve hastane kayıtlarında tek bir bebek için doğum kaydı vardır. Bebeğin nüfusunu nasıl çıkartacakları sorusu ise şimdilik cevabını bulamadıkları için ikisinin de dillendirmediği ama uykularını ve eve yeniden gelen huzurlarını kaçıran bir gerçektir.
Mustafa cevabını bulamadığı bu sorudan kaçışı köylerinin yanı başındaki bakir koya otel mi tatil sitesi mi ne yapmak isteyen ve köylünün elindeki tapuları toplamak amacıyla sık sık köy kahvesine gelerek köylüyü ikna etmeye çalışan inşaat firması yetkilileri ve eskiden avlandıkları meralarına bir gece de kurulan balık çiftlikleri ile mücadele de en önde yer alarak bulmaktadır. Ama evde Samir bebek ile yalnız kalan Mesude için durum daha zordur. Mesude oğlunu kaybetmiş bir annedir ve aklından hemşire arkadaşının yardımı ile ilçedeki hastaneye Mustafa’nın bile haberi olmadan gizlice giderek gördüğü ve yine oğlunu kaybetmiş o göçmen kadınının halini çıkaramamaktadır. Samir bebeğe her bakışında ve geceleri yatağında uyumaya çalıştığı uykusuz gecelerde dilini, söylediklerini değil ama yaşadığı acıyı, duygularını anladığı o anneyi ve onun gözlerindeki çaresizliği düşünmektedir. Mesude içini kemirip bitiren bu duyguya katlanabilecek midir?
Bu sorunun cevabını ve bundan sonrasında Mustafa ve Mesude’nin yaşadıklarını öğrenmek için Zülfü Livaneli’nin bu son romanını okumanız gerekmektedir. Zira Benim bu roman özetinde yazacaklarım burada son bulmuştur. Zülfü Livaneli bu romanı yazarak; Ege denizindeki göçmen sorunu, rant uğruna yağmalanan deniz ve kıyısal doğamız için bir şey yapmıştır ve romanı bitirdiğimde yanağımdan süzülen yaşlar ile kendime şu soruları sormama sebep olmuştur. Bir insan olarak ben Aylan bebek için, Samir bebek için ne yaptım? Yine bir denizci olarak ben o balık çiftliklerinin verdiği zararla mücadele etmek için ne yaptım?
Sizin de bir denizci eşi olan o onurlu anne Mesude’nin ve delidolu civanmert denizci, balıkçı Mustafa’nın hikayelerinin sonunda kendinize sorular soracağınıza eminim ve umarım herkes kendi cevabını bulur. İyi okumalar…