Denizciler bir süredir, yaklaşık altmış metre uzunluğunda, balina kadar heybetli, üzerinden ışıklar saçan ve oldukça hızlı hareket edebilen bir varlıkla karşılaşırlar. Bu varlık ilk olarak 20 Temmuz 1861’de Avustralya kıyılarının beş mil kadar uzağında seyreden bir geminin kaptanı tarafından rapor edilir.
5 Mart 1862’da Movarin adlı Kanada bandıralı gemi ve bundan kısa bir süre sonra, 13 Nisan 1862 günü Scotia adlı gemi bu esrarengiz nesneye çarparak hasar alır.
Artık uluslararası deniz yolculukları tehlikeli sayılmaya başlar, bu sektörde ciddi sorunlar ortaya çıkar. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için, deniz canavarını yok etmekten başka bir çare kalmaz.
Bu tarihlerde Fransız bilim adamı Pierre Arronaux, bazı bilimsel incelemelerle meşgul olmak üzere, Paris Biyoloji Müzesi’nin profesör yardımcısı olarak, Amerika’nın Nebraska eyaletinde bulunmaktadır.
Pierre Arronaux, daha çok bilgi almak için New York’a gider. Bütün notlarını toparlayarak 30 Nisan günü New York Herald gazetesinde yayınlanan bir makale yazar. Makale büyük etki yaratır ve bilim çevreleri bu müthiş deniz canavarının yok edilmesi gerekliliği fikrinde birleşirler. Denize çıkılacak ve canavar kendi ortamında alt edilecektir.
Bu önemli görev, Birleşik Devletlerin en güçlü gemisi Abraham Lincoln’a verilir. Geminin kaptanlığını deneyimli deniz komutanı Farragut yapacak ve üst düzey yetkililerden istediği kadar cephane alabilecektir. Farragut birçok görevi başarıyla tamamlamış çok iyi bir denizcidir ve tek düşüncesi denizleri bu hain canavardan kurtarmaktır.
Pierre Arronaux da bu önemli göreve katılması için yetkililerden davet alır ve o da bilim adamı olmanın verdiği merakla bu tehlikeli görevi kabul ederek yardımcısı Conceil ile beraber gemiye katılır. Gemide Kaptan Farragut tarafından kibarca karşılanırlar.
Gemi büyük bir kalabalık tarafından heyecanla ve sloganlarla uğurlanır.
Kaptan Farragut telsizden baş makiniste seslenir: “Tazyik tamam mı?” “Tamam Kaptan.” Bunun üzerine kaptan önündeki megafona büyük bir coşkuyla bağırır: “Tam yol ileri!” Bu komutla heybetli gemi, limandaki onlarca insanın iyi dilekleriyle harekete geçer.
Geminin mürettebatı özenle seçilmiştir. Tayfalar ve gemideki subayların hepsi işlerinin ehli insanlardır. Bunların içinde en önemlisi, Ned Land adında, ünü bütün deniz camiasını sarmış çok yetenekli bir balina avcısıdır. Ned Land zıpkınıyla birçok yerde amansız ve tehlikeli balinaları avlamış ve ününe ün katmıştır. Oldukça akıllı ve becerikli olan bu adam; uzun boyu, sağlam yapısı ile tipik bir Kanadalıdır. Ned Land bütün hayatını denizlerde geçirmiş bir insan olarak böyle bir canavarın varlığına inanmamaktadır. Arronaux ise iyi bir bilim insanı olarak bu konuyla ilgili topladığı bilgiler ışığında canavarın varlığından neredeyse emindir.
Abraham Lincoln gemisi Atlantik ve Pasifik Okyanuslarında aylaca canavarı aramış ancak hiçbir ize rastlamamıştır. Artık mürettebat iyice umudunu yitirmiş, neredeyse olayı önemsememeye başlamıştır. Ne var ki 4 Kasım 1862 günü Japonya açıklarında seyrederken Ned Land’in yükselen sesi her şeyi değiştirir. Geminin uzağında azalıp çoğalan ışıklar saçan bir varlık görülür. Arronaux’un canavar olduğundan emin olduğu varlığın gemiye doğru bir manevra yaptığını ve yaklaşmaya başladığını fark ederler. Geminin içini büyük bir telaş sarar ve gemide emirler zinciri duyulmaya başlar. “Dümen rüzgar altı! Makineler tornistan!”
Bu ilk karşılaşmada kaptan Farragut “canavarın” hızından ve manevra kabiliyetinden dolayı çekinir ve canavara saldırmak yerine ondan kaçmayı tercih eder. Bu durum Arronaux’u pek hoşnut etmese de kaptan onu, bunun gerekli olduğuna ikna eder.
Ertesi gün ikinci karşılaşmalarında canavarı makinalara tam güç vererek kovaladıkları halde ona yetişemezler. Gemideki toplarla canavara ateş ederler. İsabet ettirmiş olsalar dahi canavara zarar vermeyi başaramazlar. Bu yaratık daha önce dünya üzerinde bilinen hiçbir şeye benzememektedir. Kovalamaca gece yarısına kadar sürer, sonunda canavarın ışıklarını yayarak hareketsiz bir şekilde durduğunu fark ederler. Canavarın yorulduğunu düşünerek ona zıpkınla saldırmaya karar verirler ve sinsice ona yaklaşırlar. Ned Land geminin baş tarafında mevzilenir, gerilir ve zıpkınını ustaca fırlatır. Zıpkın hızla havayı yararak ilerler ve sertçe canavarın üzerine çarpar. Ancak herkesin beklediği gibi canavarın derisine saplanmak yerine metale benzer bir ses çıkartarak seker ve denize düşer. Tam bu sırada canavar ışıklarını söndürür ve güçlü bir ses çıkartarak şiddetle su fışkırtmaya başlar. Fışkıran sular adeta yapay bir dalga oluşturur. Herkes bir yerlere savrulur, suyun şiddetiyle direkler parçalanır ve kendilerini denizde bulurlar. Bu hengamede gemi de dümeninden hasarlanmış ve kendilerinden uzaklaşmıştır.
Arronaux, Conceil ve Ned Land uzun süre denizde kaldıktan ve iyice ümitsizliğe kapıldıktan sonra denizde canavar diye kovaladıkları şeyin tam üzerinde olduklarını fark ederler. Bu şey aslında insan yapısı, üzeri zırhla kaplı bir gemi, bir denzaltıdır. Denizaltıdakiler de bunları fark ederler ve tutsak olarak içeri alırlar. Ned Land yapısı gereği öfkeli tavırlar sergilese de yapabilecekleri bir şey olmadığını anlamaları uzun sürmez. Bulundukları duruma ve Ned Land’ın aşırı kötümser düşüncelerine rağmen kendilerine kötü davranılmaz, hatta izzeti ikramda dahi bulunulur. Bir süre geçtikten sonra denizaltının kaptanıyla tanışırlar.
Kaptan Nemo, o tarihe kadar yapılmayan ve çağının çok ilerisinde birçok teknoloji ile donatılmış bir denizaltı yapmıştır. Zengin, kültürlü bir bilim adamıdır aynı zamanda. Gemideki mürettebat da Kaptan Nemo gibi kendi istekleriyle ile bu gemiye binmiş olan kültürlü insanlardır.
Kaptan Nemo, gemisinin sırlarının açığa çıkmamasını istediği için Aronnaux ve arkadaşlarını serbest bırakamayacağını, onları gemide alıkoymak zorunda olduğunu ancak denizaltıda özgür olduklarını söyleyerek, onları okyanusun derinliklerini araştırmaya davet eder. Bu durum Ned Land’ın hoşuna gitmese de yapabileceği hiçbir şey yoktur. Ancak yine de kaçmak için planlar yapmaktan vazgeçmez.
Yaptıkları ilk tanışma sohbetinden sonra Arronaux, Kaptan Nemo’nun dört dil bilen oldukça kültürlü bir insan olmasının yanında insanlığa karşı kin beslediğini ve insanların koymuş olduğu hiçbir kuralı umursamadığını anlamıştır. Kaptan Nemo, Aronnaux ve arkadaşlarına gemi içinde sınırlı bir özgürlük bahşeder. Gemi içinde bazı özel alanlar dışında her yere gidebilecekler ancak bazı zamanlarda birkaç saatliğine odalarından çıkmamaları gerekecektir. Kaptan Nemo’nun denizlerin sırlarını araştırmak için sunduğu imkanlar Arronaux için arayıp da bulamayacağı bir fırsattır ve göreceklerini düşünmek onu heyecanlandırmıştır. Artık onlar birer tutsak değil, Kaptanın gözünde gemisi Nautilus’un tayfalarıdırlar.
Nautilus son derece iyi düşünülerek tasarlanmış ve tüm ihtiyaçlarının denizden karşılandığı bir gemidir. Yedikleri yemekten giydikleri elbiseye, temizlik malzemelerinden kokulara hatta hareket edebilmek için ihtiyaç duydukları enerjiye kadar her şey denizden elde edilmektedir. Geminin her tarafı zevkle döşenmiş, özellikle kütüphane Arronaux’u çok etkilemiştir. Burasının kendisi için bir hazine değerinde olduğunun farkındadır ve tüm bu imkanları kendisine sunduğu için Kaptana minnettardır. Kütüphanenin arka tarafındaki salonda bulunan sanat eserlerini, tablo ve heykelleri görünce Arronaux, Kaptan Nemo’nun aynı zamanda sanata da düşkün bir insan olduğunu anlamış ve ona hayranlık duymaya başlamıştır. Salonun bir bölümünde bulunan doğa bilimlerine ait koleksiyon onu hazine dolu bir mağaraya düşen bir define avcısı gibi hissettirir.
Nautilus’u hareket ettiren güç elektrikten sağlanıyordu ve bu elektrik de yine denizden elde ediliyordu. Bu güç sayesinde Nautilus saatte elli deniz mili hıza ulaşabiliyordu. Gemiyle ilgili detayları öğrendikçe Arronaux’un Kaptan Nemo’ya olan hayranlığı artmaktaydı. Kaptan Nemo Nautilus’un hem kaptanı, hem imalatçısı hem de mühendisiydi. Kaptan denizi çok seviyor ve evi olarak görüyordu.
Ned Land ve Conceil de Nautilus’u tanıdıkça Arronaux gibi gemiye hayranlık duymuşlardı ancak Ned Land’ın kafasında bu gemiden kurtulma fikri her zaman bulunmaktaydı.
Günler geçtikçe denizaltındaki yaşam Arronaux ve arkadaşları için daha da ilginç olmaktaydı. Kah deniz altındaki ormanda yürüyüş yapıp avlandılar, kah okyanusların derinlerinde ilerlerken salondaki büyük pencereden balıkları seyrettiler. Nautilus’un kazayla bir mercan kayasına çarptığı bir gün tamirat için bekledikleri sırada mercan adasına çıkarak hem adayı keşfettiler hem de çeşitli meyvelerden yediler. Bu sırada yerliler tarafından taş ve sopalarla kovalanırlar ve can havliyle kendilerini Nautilus’a atarlar. Yerlilerin de gemiye girmelerinden endişe eden Arronaux bu durumu Kaptan’a açtığında Kaptan Nemo endişe etmemesi gerektiğini, bu durum için savunma sistemleri olduğunu açıklar. Kaptan Nemo istenmeyen kişilerin gemiye girmelerine engel olmak için girişlere elektrik akımı vererek gemisini savunmaktadır.
Bir gün ağır yaralı bir mürettebatın ölmesinin Kaptan’ı fazlaca üzdüğünü gören Arronaux, ölen mürettebatın deniz dibinde kendi hazırladıkları mezara defnedildiği sırada, Kaptan’ın, ölen kişinin cesedini köpekbalıklarından değil de dış dünyadaki insanlardan koruma düşüncesinde olduğunu anlar. Kaptan Nemo kendi mürettebatına karşı sevgi ve şefkat beslese de insanlığa karşı kin ve nefret duymaktaydı.
Bir gün Seylan Adasında durup denizden inci avlarlarken Kaptanın, kendileri gibi bir inci avcısını köpekbalığı saldırısından kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye atması Arronaux’u şaşırtır. Bu çelişkinin nedenini Kaptan’a sorduğunda Kaptan Nemo içindeki nefretin, “insanların, onların kurallarıyla oynamayan herkese karşı duydukları nefretin bir yansıması” olduğunu ifade eder. Aslında Kaptan dünyadaki güçlülerin zayıfları ezmesine karşı tepkilidir.
Zaman hızla akıp giderken yolları Kızıldeniz’den geçer. Kızıldeniz akıntılı ve fırtınalı bir deniz olduğu için denizciler için tehlikeli bir bölgeydi. Ancak Nautilus için hiç de öyle sayılmazdı. Süveyş Kanalı henüz inşa edilmemiş olduğu için Arronaux ve arkadaşları burada sıkışıp geri dönmek zorunda kalacaklarını düşünüyorlardı ancak Kaptan Nemo’nun başka planları vardı. Kaptan Nemo daha önceden yaptığı araştırmalar sonucu Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayan gizli bir yeraltı tüneli keşfetmişti. Nautilus bu tünelden geçerek çok kısa bir sürede Akdeniz’e ulaşır.
Sonunda Akdeniz’e varmış olmaları Ned Land’in kaçma planlarını yeniden gündeme getirmesine neden olur. O zamana kadar Ned bu konuyu her gündeme getirdiğinde, Arronaux onu uygun zaman değil diye geçiştirmişti ancak bu sefer durum farklıydı. Ned, Arronaux’u artık kaçma zamanının geldiğine ikna etmişti. Buldukları ilk fırsatta kaçmayı deneyeceklerdi.
Nautilus’un kıyıya yaklaşmadan tekrar okyanusa açılmasıyla kaçış planları bir kez daha ertelenmek zorunda kalınmıştı. Atlas Okyanusunda seyir yaptıkları bir gün Kaptan Nemo, Arronaux’a ilginç bir şey göstermek istediğini söyler. Bunun için dalgıç kıyafetleriyle dışarı çıkmaları gerekmekteydi. Nautilus’ten dışarı çıktıklarında Arronaux oldukça şaşırmıştı. Karşısında insan eliyle yapılmış ancak sular altında kalmış koca bir şehir bulunmaktaydı. Burası efsane batık şehir Atlantis’ten başkası değildi.
Geminin sürekli denizlerde dönüp durması artık Arronaux ve arkadaşlarının sinirlerinin iyice yıpranmasına neden olmuştu. Arronaux artık Ned’in kaçmak istemesine iyice hak vermeye başlamıştı. Ancak Kaptanın öngörülemez rotası ve sürekli hız değiştirmesi kaçış için uygun fırsatı yakalamalarına engel olmaktaydı.
Nautilus rotasını güneye çevirip seyrine devam etmekteydi, artık hava iyice soğumuştu. Yüzeye çıktıklarında bir ada görürler. Keşfetmek için adaya çıktıklarında, yaptıkları inceleme ve ölçümler sonucunda tam güney kutbunda olduklarını anlarlar. Güney kutbuna ayak basan ilk insanlar olmanın mutluluğuyla gemiye dönerler.
Güney kutbundan ayrılıp yeniden okyanusa döndüklerinde buzulların arasında sıkışırlar. Buzulları kaynar su püskürterek incelttikten sonra motorlara tam güç vererek kırmayı başarırlar ve sıkıştıkları yerden kurtulurlar.
Artık bu gemide daha fazla bulunmalarının hayatları için bir endişe kaynağı haline gelmeye başlaması, gemiden ayrılma konusundaki arzularını pekiştirir. Gemiden kaçmanın tehlikeli olduğunu düşünmeleri ve aralarında yaptıkları konuşma sonucunda gemiden gitme arzularını Kaptan’a açmaya karar verirler. Ancak Kaptan bu isteklerini hiç de hoş karşılamaz ve kestirip atar. Artık herkes için kaçmaktan başka bir yol kalmamıştı.
Okyanusta seyre devam ederken bir savaş gemisiyle karşılaşırlar. Bu gemi de kendileri gibi Nautilus’un peşine düşmüş bir gemi olmalıydı. Savaş gemisi top atışıyla Nautilus’u batırmaya çalışır ancak Nautilus isabet almasına rağmen hasar almaz. Kaptan Nemo bir süre savaş gemisini peşinden sürükler. İstediği yere getirdiğinde dalar ve savaş gemisine suyun altında kalan kısmından hızla çarparak batırır. Savaş gemisi yavaş yavaş batarken içindekiler kurtulmak için çırpınmaktaydı. Kaptan Nemo can çekişen insanları göz yaşlarını gizlemeye çalışarak seyreder. Arronaux bu garip adamın nasıl bir ruh hali olduğunu artık anlamamaktadır. Onlarca insanı yok etmiş, sonra da bu yüzden gözyaşı dökmüştü. Artık sadece ondan uzaklaşmak istemektedir.
Nautilus Norveç kıyılarında seyrederken Arronaux ve arkadaşları kaçma planlarını gerçekleştirmeye karar verirler. Nautilus’un sandalını kullanarak kıyıya ulaşmaya çalışacaklardır. Sandalı gemiye bağlayan cıvataları sökerlerken Nautilus, Norveç sularının tehlikeli Maelstrom girdabına yakalanır. Girdabın etkisiyle savrulup düşerler. Düşerken kafalarını çarpmaları nedeniyle bayılırlar. Gözlerini açtıklarında Loffo-den adasındaki bir balıkçı kulübesinde kendilerini bulurlar. Fransa’ya dönmek için ayda bir geçen posta gemisini beklerken başlarından geçenleri kendilerini misafir eden yerli halkla paylaşırlar.
Nautilus’un girdiği girdaptan kurtulup kurtulmadığı belli değildir ancak Arronaux, Kaptan Nemo’nun girdaptan kurtulup, içindeki nefret duygularını da o girdapta bırakmasını ümit eder. Ona hayatının bu en değişik gezisini yaptıran Kaptan Nemo’yu asla unutmayacaktır.