Onun yazdığı ya da derlediği düşünülen en önemli eser olan İlyada Destanının konusu bugünkü Çanakkale sınırları içinde yer alan antik Troya şehrinin on senelik bir kuşatmadan sonra çetin savaşlar sonucu Yunan ana karasından gelen Akha’lar tarafından tahmini olarak milattan önce 12.yüzyılda ele geçirilmesidir.
Troya savaşı görünürde bir kız meselesi yüzünden çıkmıştır : Sparta kralı Menelaus’un karısı Helen ,Troya kralı Priamos’un oğlu Paris tarafından Troya’ya kaçırılır. Aslında özünde bu bir aşk hikayesi olsa da Yunan ana karasında yaşayan bugünkü Yunanlıların ataları diyebileceğimiz Akhalar bunu bir gurur ve namus meselesi yaparlar. Bunun sonucunda ana karada mevcut tüm şehir devletleri ittifak kurarak Troya’ya savaş açar ve on binlerce askeri taşıyan büyük bir donanmayı Çanakkale’ye gönderirler. Destanın en çok bilinen Troya’lı kahramanı Hektor , Akhalı kahramanı ise Aşil ( Akhilleus) ‘dir. Bu savaşta İon Tanrılarının bir kısmı Troya’lıları , bir kısmı da Akha’ları tutar. Üstünlük uzun yıllar süren bu savaşta bir o tarafa ,bir bu tarafa geçer. Sonunda Akha’lılar bir hile düşünerek sözde barış amacıyla Troya’lılara büyük bir tahta at hediye ederler. Tahta atın içine gizlenmiş Akha askerleri kalenin içine girdiklerinde dışarı çıkar ve kenti ele geçirirler.
Troya savaşında tüm Anadolu kentleri ve krallıkları Yunanlı istilacılara karşı birlik olur ve Troya’nın yanında saf tutarlar. Destanda bununla ilgili bazı ilginç bölümler vardır. Örneğin günümüzde Antalya’nın Kınık, Patara, Kaş ,Kalkan, Demre gibi ilçelerinin bulunduğu bölgede hüküm sürmüş Likya ülkesinin kralı Sarpedon adamlarının en önünde Troya’lılara destek olmak için bu savaşa katılır .Sarpedon sonrasında Aşil’in en yakın adamı Patroklos tarafından öldürülecektir.
Sarpedon’un savaşa katılmadan önce askerlerine verdiği yiğitlik ve liderlik üzerine olan söylev kitabın en etkili bölümlerinden biridir :
“…Lykia’da neden çok sayarlar bizi,
neden oturturlar bizi baş köşeye,
neden etlerle dopdolu taslarla ağırlarlar,
neden bakarlar bize tanrıymışız gibi,
ulu Xanthos kıyılarında neden geniş topraklarımız var,
hem bağ olmaya hem buğday olmaya elverişli ?
Öyleyse burada bizim ödevimiz ne,
Lykialıların ön sıralarında savaşmak değil mi ?
Ey can yoldaşım benim
savaştan kaçmanın sonu ne,
yaşlanmadan ölümsüz yaşamak mı ?
Bunu bilseydim, ne kendim savaşırdım en önde,
ne de seni yollardım erlere ün veren savaşa,
neylersin, ölüm tanrıçaları gözler yolumuzu,
bir ölümlü kaçamaz onlardan, kurtulamaz.
Hadi gidelim, görelim bakalım,
biz mi düşmana ün veririz,
yoksa düşman mı ün verir bize ?…”
Odesa destanının ana konusu ise Ahkalar tarafında bu savaşa katılmış Ithake kralı Odysseus’un on sene süren Troya savaşından sonra bir on sene daha denizlerde zorlu bir mücadele vererek yurduna dönüşünün hikayesidir. Odesa destanı İlyada destanından anlatım biçimi ve olayların gelişimi bakımından farklılıklar gösterir. İlyada destanında daha dramatik ve epik bir anlatım varken Odesa destanı adeta antik çağın bir macera romanıdır denebilecek bir tarzda yazılmıştır. Odysseus’un uzun deniz yolculuğunda başına gelenler anlatılırken çeşitli canavarlara ,yaratıklara ,perilere ,büyücü kadınlara rastlarız. Odysseus bu zorlu deniz yolculuğunda uğradığı yerlerde kimi romantik aşk hikayelerine de karışır. Kahramanımız Odysseus bu zorlu deniz yolculuğunun öncesinde Troya savaşında yer almış gözü pek savaşçılardan biridir .Hatta o kadar ki Aşil’i kız kılığına girip saklanmakta olduğu sarayda o bulur ve savaşa katılmaya ikna eder .Tahta at fikri de yine Odysseus’tan çıkmıştır ve kendisi de tahta atın içerisine saklanmış olan savaşçıların başında gelir. Yukarıda da değindiğimiz bu tahta at hadisesiyle ilgili enteresan bir olay da şudur :
Tahta at Troya kentine sözde barış için hediye olarak gönderildiğinde denizden kuşatma kaldırılarak Akha donanması güya Yunanistan’a geri gönderilir. Oysa donanmanın tüm gemileri bugün Bozcaada dediğimiz antik dönemin Tenedos adasının güneyine demirlerler. Burada demirleyen gemiler Troya kentinten görülmez ancak aslında çok yakın mesafededirler. Tahta at kentin içine alındığında Akha savaşçıları surların üzerinden Bozcaada’ya doğru meşalelerle işaret verir ve gemiler de bunun üzerine demir alarak saldırıya geçerler. Akha donanmasının demirlediği adanın güneyi bugün de Çanakkale boğazı için sıra bekleyen gemilerin halen kullanmakta oldukları bir demir yeridir . Demir yerinin hemen karşısında meşhur Ayazma plajı bulunur. Ayazma plajının serin sularında yüzerken insan 3200 sene önce buraya gizlenerek demirlemiş Akha gemilerini hayal etmekten kendini alamaz.
Odesa destanını bölüm bölüm anlatmak bu özetin sınırlarını aşar ancak yine de merak edenler için yıllar önce denizhaber.com’da yayınlanmış “Denizciler ve Athena” isimli makalemde yer aldığı şekliyle çok kısa bir özete yer vermek isterim. Söz konusu makalenin Odesa destanı ile ilgili olan bölümünde Homeros’un bu çok bilinen eserinin Can yayınlarından çıkmış ve eski Yunanca aslından Azra Erhat ve A.Kadir tarafından çevrilmiş baskısından yararlanmıştım :
“…..Odesa destanıTruva savaşından sonra yurduna dönmek için çabalayıp duran Odysseus’un başından geçenler ve onun eve dönüşü sırasında, yurdu Ithaka’da yaşananların anlatımıdır diyebiliriz.
Destan 24 bölümde anlatılmıştır ancak 5 ana kısımdan oluşur :
- Telemakhia (Bölüm 1-4) : Odysseus’un oğlu Telemakhos‘un destanıdır. Truva savaşı biteli neredeyse 10 yıl olmuş ama sevgili babası hala yurduna geri dönmemiştir. Bu sırada onun öldüğüne dair söylentiler artınca, Ithaka’nın varlıklı erkekleri, annesi Penelope’ye talip olup, hepsi birden Odysseus’un sarayına yerleşmişlerdir. Bunların işi gücü yiyip içip, eğlenceler düzenleyip Odysseus’un mallarını tüketmektir. Bu sırada Penelope’nin bir karar vermesini, içlerinden birini seçmesini beklerler. Ancak o, kocasını beklemeye kararlıdır. Bu durumdan son derece rahatsız olan Telemakhos, tanrıça Athena’ya inanır, Odysseus’un öldüğüne dair şüphelerini bir kenara atar ve babasından haber alabilmek için Truva’dan dönmüş olan diğer liderlere onu sormak üzere yollara düşer.
- Kalypso’nun adası (Bölüm 5) : Tanrıça Athena, Olympos’lu tanrıları bir araya toplar ve 7 yıldır Kalypso’nun adasında tutuklu olan Odysseus’un yurduna dönmesine izin vermeleri için onları ikna eder. Oysa Su Perisi Kalypso ,Odusseus’u gerçekten sevmektedir ve kendisiyle kalması koşuluyla ona ölümsüzlüğü teklif eder. Ancak yirmi yıldır görmediği güzel karısı Penelope’yi unutamayan Odysseus bu teklifi reddeder. Yurda dönmesi için izin çıkınca, kendisine bir sal yapar ve denize açılır. Uzun süren fırtınaların ardından Phaiakların ülkesinde karaya vurur.
- Phaiakların ülkesi (Bölüm 6-9) : Phaiak kralının kızı Nausikaa, Odysseus’u sahilde bulur, ona giysiler verir ve evine davet eder. Odysseus’u iyi karşılayan Phaiaklar ona yurduna dönmesi için yardım edeceklerini söylerler.
- Odysseus’un maceraları (Bölüm 9-12) : Bu bölüm destanın merkezidir. Phaiak’ların kendi şerefine düzenledikleri eğlencede, bir ozan Truva savaşını anlatan şarkılar söylemektedir. Bunu duyunca gözleri dolan Odysseus, ona “Neden ağlıyorsun?” diye sorduklarında, “O hikayede bahsi geçen benim” diye cevap verir ve Truva’dan 12 gemisiyle ayrılışını ve üç yıl boyunca denizlerde çeşitli tehlikeler atlatıp bütün gemileri ve yoldaşlarını kaybedip, Kalypso’nun adasına varışını anlatır. Ardından Phaiaklar onu bir gemiyle Ithaka’ya gönderirler.
Destanın en çok bilinen olaylarından biri 12.kitapta geçmektedir .Büyücü Kirke Odysseus’u Siren denen kadın yüzlü ,kuş gövdeli ve erkek yiyici perilere karşı uyarır. Sirenler söyledikleri güzel şarkılarla denizcileri büyüleyerek kendilerine çeker ve öldürürler. Kirke, Odysseus’a o bölgeden geçerken Sirenlerin tesirine kapılmaması için kulaklarına balmumu tıkamasını , kendisini de geminin seren direğine sıkı sıkı bağlatmasını öğütler. Bu sayede Odysseus Sirenlerin büyüsüne kapılmaktan kurtulacaktır. Bu bölüm kitapta şu şekilde geçmektedir :
.. “ Kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse sirenleri, yandı,
bir daha evinde onu ne karısı karşılar ne çocukları.
Durma orada yürü, arkadaşlarının da tıka kulaklarını,
Tatlı balmumuyla tıka ki, sirenlerin sesini duymasınlar.
İstersen dinle sen, ama bağlasınlar ayakta seni,
Hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar orta direğe,
Ondan sonra dinle sirenleri doya doya.
Ama dostlarına yalvarır da, dersen ki iplerimi çözün,
Bağlasınlar onlar senin bağlarını bir kat daha sıkı..”
Sirenlerin denizcileri uzak ülkelerde bekleyen sonu her zaman tatlı bitmeyen gönül maceraları olduğu söylenebilir mi ? Denizci belki bazen bu büyülere kendini kaptırır ama genelde kendini direğe sıkı sıkı bağladığından nihai aşamada pusulayı şaşırmaz. Burada kendini direğe bağlatma metaforu ile denizcinin her zaman her şeyin üzerine koyduğu yurdu, sevdikleri ve sıcak aile yuvası anlatılmaya çalışılmış olabilir mi ?
- Ithaka (Bölüm 13-24) : Odysseus Ithaka’ya sağ salim ulaştı. Yanına Athena geldi ve karısının zor durumda olduğunu taliplerin onların evinde Penelope ile evlenmek için yarıştığını tüm servetlerini tüketecek derecede yiyip içtiklerini anlattı. Athena Odysseus’u çoban Eumaios’un yanına götürdü ve çoban onu yaşlı bir dilenci kılığına soktu. Daha sonra Menelaos’un sarayına giden Athena, Telemakhos’a Ithaka’ya dönmesini söyledi. Telemakhos aceleyle Sparta’dan ayrılıp ülkesine döndü. Athena küçük bir oyun oynayarak Telemakhos’u çoban Eumaios’un kulübesine yolladı. Karşılaştığı yaşlı dilencinin babası olduğunu anlamadı. Athena kısa bir süre için Odysseus’u normal şekline soktu.Baba oğul kucaklaşıp neler yapacaklarını kararlaştırdılar. Sarayda bir sürü talip vardı, hepsiyle de başa çıkmak imkansızdı. Ertesi gün saraya gitti onu sadece köpeği “Argos” tanıdı. Çok heyecanlanan köpek sevincinden Odysseus’un kollarında ölüverdi. Odysseus’u ilk tanıyanın köpeği Argos olması ve kollarında sevinçten ölmesi insanın köpekle olan dostluğunun binlerce yıllık klasik bir eserde yer alan güzel bir anlatımıdır.
Sarayda bulunanlar yaşlı dilenciyle alay ettiler onu itip kaktılar. Penelope ona acıdı ve ayaklarını yıkaması için bir zamanlar Odysseus’un dadısı olan yaşlı Eurykleia’yı çağırdı.
Dadı Odysseus’un ayaklarını yıkarken ayağındaki yara izinden Odysseus’u tanıdı. Athena yine küçük bir oyun oynayıp Penelope’nin bir sınav yapacağını ve sınavı kazanan taliple evleneceğini açıklamasını sağladı. Tüm talipler ve Odysseus sıraya girdiler.Sınavda Penelope kocasının eski yayını gerebilen ve fırlattığı oku on iki halkadan geçirebilenle evleneceğini açıkladı. Tüm talipler denedi ve başaramadı. Sıra Odysseus‘a gelince hiç zorlanmadan yayı çekti ve on iki halkadan geçirdi. Odysseus yayı tekrar çekti ve adamları tek tek öldürdü. Oğlu Telemakhos’da ona mızrağıyla yardım etti. Athena’nın da yardımıyla talipleri öldürdüler.
Penelope onun Odysseus olduğuna inanmıyordu ve onu sınamak için Eurıkleia’ya yatağı yerine yerleştir dedi. Odysseus bu lafa çok sinirlendi çünkü yatağı kendisi bir sütun kalınlığında zeytin ağacından yapmış ve bu ağacın etrafını duvarla çevirip yatak odası yapmıştı. Sonra ağacın tepesini kesmiş gövdesini tunç baltayla düzeltmişti ve cilalamıştı.
Yani yatak yerinden hareket edemezdi.
Odysseus’un anlattıkları onun gerçek kimliliğinin deliliydi. Çünkü bu yatağın özelliklerini sadece Odysseus ve Penelope biliyordu.
Karı-koca yatağa uzanıp sabaha kadar birbirlerine başlarından geçen olayları anlatırlar.
Sabah’tan itibaren kapılarının önünde ölen taliplerin akrabaları toplanmaya başlar, ölülerini alıp ağıtlar yakarak intikam almak isterler. Oysa olayları izleyen Zeus’un kızı tanrıça Athena barış yapmaları gerektiğini yoksa Zeus’un kızacağını ve lanetini üzerlerinde eksik etmeyeceğini açıkladı bunun üzerine barış sağlanır ve Ithaka’da artık şenlik havası hüküm sürmeye başlar…….”
Sonuç olarak Odesa destanını İlyada destanının bir uzantısı olarak görmek pek doğru bir yaklaşım değildir. Kişisel bakışım bu eserin Yunan denizcisinin şahsında antik çağ denizcilerini anlatan bir destan olduğudur. Her ne kadar Odysseus, Troya savaşına katılmış bir komutan da olsa on sene savaştan sonra bir on sene daha süren denizlerde ana yurduna dönüşünün öyküsü katıksız bir denizci hikayesidir.
Destanda masalsı ve belki de biraz mübalağalı bir üslupla antik çağ denizcisinin hayatından kareler verilmektedir. Denizle olan mücadele , geminin uğradığı limanlarda yerel halkla olan ilişkiler ,çatışmalar ,kadınlarla yaşanan aşk hikayeleri vs. gibi bugünün denizcisinin bile kendi yaşamıyla bir ölçüde paralellikler kurabileceği unsurlar içerir. Ancak her ne yaşamış olursa olsun Odysseus sonunda evine , yuvasına , eşinin yanına döner. Homeros Odysseus’un şahsında çağların ötesine uzanan bir denizci anıtı dikerken ,aynı zamanda Penelope karakteri ile de denizci eşlerinin sabrını ,fedakarlığını ölümsüzleştiren bir portre çizer.
Sonuç olarak Odysseus hem savaşçı bir komutan hem de zoraki bir denizci olarak çağlar boyunca insanlığın ortak belleğine belleğine kazınmış tipik bir denizci portresi sunar bize :
Atılgan , cesur , pratik zekalı , sevginin de nefretin de hakkını veren sağlam bir dost ya da mert bir düşman , bazen maceraların peşinden sürüklense de yurdunu , ailesini , sevdiklerini her şeyin üzerinde tutan ve sonunda her zaman onların yanına dönen bir yiğit insanoğlu.