1911 Cide doğumlu Ilgaz, Kastamonu Muallim Mektebini bitirmesini müteakip, öğretmenlik yapmış sonrasında 1938 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümün’ den mezun olmuştur. Edebiyat hayatına şiirle başlayan Ilgaz “1927” daha sonraları Sabahattin Ali, Aziz Nesin Mim Uykusuz ile birlikte Marko Paşa dergisini çıkarmıştır. Öykü, roman, Tiyatro Oyunu ve gazetelerde köşe yazarlığı yapmış. 1993 senesinde aramızdan ayrılmıştır.
1957 senesinde yayınlanan Hababam Sınıfı yazarın en tanınan eseridir. 1981 senesinde ki Yıldız Karayel ve 1974 Karartma geceleri en bilinen eserleri arasındadır. 1970’li yıllarda Hababam sınıfı romanından sinemaya uyarlanan film çok beğeni almış ve Türk Sinemasının en çok beğenilen ve izlenen sinema serisini oluşturmuştur. Bu sinema serisinin oyunlarını da yine kendisi yazmıştır.
Yazarın Yıldız Karayel ve Karartma geceleri romanları da bilahare televizyon ve sinemaya uyarlanmıştır.
Rıfat Ilgaz Halime Kaptan Romanıyla, Kurtuluş Savaşımızı anlatmış ve milli bilincimizin yerleşmesinde önemli katkısı olmuş, bu romanı Milli Eğitim Bakanlığınca 100 temel eser arasına girmiştir.
Rıfat Ilgaz’ın 1972 senesinde yazdığı Halime Kaptan Romanı, Kurtuluş savaşı hemen öncesinde Batı Karadeniz’de geçer.
Balkan ve Çanakkale Savaşları sonrası Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya savaşı sırasında ülke birçok cephede savaşmakta eli silah tutan bütün erkeklerin cepheye gönderildiği savaşı yıllarıdır.
Halime Gelin, Kocası Sabri’nin askerde olduğu bu yıllarda oğlu Memiş ve Kayınbabası Temel Reis ile birlikte Cide’nin Gebeş Köy’ ünde yaşamaktadır.
Cideli Temel Reis, yaman bir denizcidir ancak yaşı ilerlemiş ve yaşlılık ve romatizma sebebiyle eski sağlıklı günlerini yaşayamamaktadır. Gebeş Köy’ de yalnızca yaşlılar, kadınlar ve çocuklar kalmıştır. Herkesin tuza, şekere, ekmeğe hasret kaldığı o günlerde Temel Reis evinin ihtiyaçlarını karşılamak için yola çıkar. Hicri takvime göre 1315, miladi takvime göre 1897-1898 doğumlu on yedi yaşındaki delikanlılar bile Çanakkale Savaşına katılmışlardır. Temel Reis Evin ihtiyaçları için yola çıkacağı zaman ya yanına ellisinden büyük yaşlıları alacak ya da on ikisinde on üçünde çocuk. Memlekette tuz bile yoktu. Çanakkale Boğazı kapanmış, Ege Denizin ’den tuz gelmez olmuştu. Temel Reis, Halime Gelin’in yeğeni Bekir ve köyün genç delikanlılarından Zeynel ve Halil’i de yanına alarak sefere çıkar.
Roman’da birçok denizcilik terimi de kullanılmaktadır. “Yerel denizciler, bir Cideli gemici İnebolu’ya sefere çıkmadan gemici olamazdı.” Yine biz denizcilerin çok kullandığı “Denizden korkulur. Gemici dediğin denizin oyunundan korkmalı.” romanda geçmektedir.
Zaman milli duyguların en tepede yaşandığı dönemdir, öyle ki askerden kaçak gelen kocası Sabri’yi bile Halime Gelin eve sokmaz elinde çifte ile karşılar.
Temel Reis son seferinde, İnebolu yolunda ülkenin mevcut halinde korsanlığa başlamış Pontusçularla “Kara Niko” karşılaşmış ve akıllı manevrası ile tehlikeyi bertaraf etmişti. Asker kaçakları, kaçakçılar, Pontusçular, Rus zırhlı gemileri, Boğaz’da İtilaf Devletleri donanmaları, Yunan zırhlıları; Karadeniz’de tam bir karışıklık durumu hakimdi.
Halime Gelin’in askerden kaçak gelen kocası Sabri, eşi tarafından eve sokulmayıp kaçak geldiği köye haber salınınca, köy korucusu Çipil Reşit, Sabri’nin peşine düşer. Bu arada asker kaçağı olmasına rağmen Sabri diğer bir asker kaçağı olup köylülere musallat olan Halit’i Çipil Reşit ile birlikte vurup öldürürler. Romanın geçtiği zamanda dağ taşın asker kaçağı olduğu özellikle belirtilmekte. Zaman savaş zamanı ve askere giden erkekler senelerce askerlik yapmakta, cepheden cepheye sürülmektedir.
Bu arada sefere giden Temel Reis, Pontusçu Kara Niko ve adamlarından kurtulduktan sonra yıldızpoyraz rüzgârına tutulmuş peşinden gelen yağmurda göyneğine kadar ıslanınca, romatizmasının da tetiklemesiyle hasta düşer ve İnebolu’da yatırıldığı hastaneden bir daha çıkamaz. Romanda denizde bulunan tayfaların kıyafetlerinden özellikle bahsedilmekte, giyilen kıyafetlerden denizcilerin kimler olduğu çıkarımı yapılmakta. Temel Reis ile denizde dalaşan Pontusçu Kara Niko ve adamları başlarında yandan kulak çıkarılarak bağlanan Laz başlığı takmaktalar “Yandan kulak çıkarılarak bağlanan bu Laz başlığını herkes biçimli bir şekilde bağlayamazdı. Delikanlının, erkeğin başı başlığından belli olurdu bu kıyılarda. Bu başlıkta biraz başkaldırış, biraz özgürlük sevgisi, biraz da Karadeniz coşkusu vardı.” Ayrıca o zamanlarda bile denize çıkışlarda liman izni gerektiği, denize çıkan teknelere liman kâğıdı verilmekte olduğu belirtilmekte.
Kaynatası ölen, kocası asker kaçağı olan ve bir küçük çocuğu ile yalnız kalan Halime Gelin’in yapacağı çok fazla bir şey kalmamıştır. Artık iş başa düşmüştür.
Babasının ölümünü haber alan Sabri, eve gelir ve baba dostu Muhtar Ali efendi ve karısı Halime’nin teşvikiyle Askerlik şubesine teslim olur. Bu sırada romandaki anekdotlar ülkenin o zamanki durumu ile ilgili bize detaylı bilgi vermektedir.
“Askerlik mi kalmış… Yenilmişiz… Çanakkale gitmiş… Enver Paşa gitmiş… Cemal Paşa, Talat Paşa kalmamış ortada!”
“Askerde Depoyu beklettiler boyuna bana. Bizim şube reisine, ‘Cepheye gönder beni!…’ dedikçe, ‘Sen bana lazımsın,’ dedi boyuna. Ne yapacaktı beni bilmem. Aklını takalarla bozmuştu, Yelken kullananlardan, kürek çekenlerden çok hoşlanırdı.”
“Kaçmayı düşündüğüm zaman, gidecek yeri de düşünmüştüm. Ama şimdi birçok şey değişti. Daha doğrusu, o zamanlar zaten değişmiş de ben yeni yeni öğreniyorum. Bizi padişahın adamları düşmana teslim edesilermiş.”
“Haklısın oğlum. Biz buralarda olanın bitenin pek farkında olmadan yaşıyoruz Bildiğimiz bir şey varsa Moskof gemileri kumda kızak üstünde yatan gemileri artık topa tutmuyorlar. Biten bir şey var, ama harp mi bitti, düşmanların cephaneleri mi bitti, güçleri, kuvvetleri mi bitti belli değil…”
“Sen, ben neyiz ki bu patırtıda? Hepimiz bir araya gelirsek bir güç oluruz ancak. Bir şeyler dönüyor ortalıkta… Neredeyse İstanbul’a İngiliz’i, Fransız’ı İtalyan’ı girdi mi çekiver kuyruğunu. Padişah padişahlığını, sadrazam sadrazamlığını yapabilir mi o zaman’”
“İyi söyledin ya, Ali Efendi Amca, ben kimin askeri olacağım?”
“Milletin askeri… Ben Haşim Bey’le görüştüm. Yakında çok şeyler olacak, dedi, şimdiden hazır olalım!”
Demek ki milli mücadelenin temelleri o zamandan beri atılmakta ve halk arasında yayılmaktaydı.
Kaynatası ölen, kocası yeniden askere alınan ve tek çocuğu Memiş ile bir başına kalan Halime Gelin, iş başa düşünce; kaynatasından kalan tekne ile denize açılarak evin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Köseli’ye odun çekmek üzere denize açılır. Köye dönüş yolunda Kaçakçı Harun Reis ve adamları tarafından Gideros’ta alıkonulurlar. Karşılaşma ve alıkonulma sırasında Halime Gelin zıpkasını “Karadeniz kıyısı halkının giydiği dar paçalı bir tür pantolon.” giyer, Laz başlığını takar ve erkek kılığına girer.
Halime gelin artık Halime “Halim” Kaptan olmuştur.
Halime Kaptan, Harun Reis ve adamları tarafından teknesindeki odun yükü ile birlikte alıkonularak, karşılığında tuz almak üzere Rusya – Sivastopol’a götürülür. Gideros’taki alıkonma bölgede kolculuğunu sürdürdüğü kulübesi olan Düyunu Umumiye kolcu başçısı Mehmet Efendi önünde gerçekleşir. Padişah’a bağlı kolcu başının elinden bu kaçakçılara ve korsanlara karşı bir şey gelmemektedir. Kolcu başı Mehmet Efendi içinden “Elbet şu topraklar üzerinde, uçsuz bucaksız Karadeniz’in karasularında güvenebileceği bir devlet kurulacaktı bir gün.” düşüncelerini geçirmektedir.
Halime Kaptan, Sivastopol taraflarında limanda Rus milislerin Harun Reis’ten şüphelenmeleri sonucu limandan çıkarılmaları ile ellerinden kurtulur. Teknesi ve tayfası “Zeynel, Halil ve oğlu Memiş” ile 1 sene boyunca Rus limanlarından tuz çeker. Yaptığı iş sadece tuz çekmek değildir; kaçırılmadan yaklaşık 1 sene sonra köyüne döndüğünde, Muhtar Ali Efendi ile geçen konuşmalardan, ülkenin durumu ile ilgili bilgi sahibi oluyoruz.
“Bu kıyılarda iyi insanlar da yaşıyor, kötü insanlar da… Zembilimde gemici kâğıdım var… İnebolu Limanından aldım. Kuvayı Milliyeciler verdi bana. Sandalımdaki Halil’le Zeynel de Cide limanından almış. Zeynel’i askere çağırdıkları için getirdim onu. Bilirsin ben asker kaçağını evime bile sokmadım. Kayığıma da sokmam.”
“Zeynel asker kaçağı görünüyor. Biliyorsun artık padişaha askerlik kalktı. Ankara var.”
“Biliyorum. Sinop’larda, Samsun’larda bunu da öğrendik.”
“Padişahçı mısın, Mustafa Kemalci mi?” “Bu Şube reisi buradayken sen padişahçı ol da gör gününü.”
“Demek yanılmamışım! İnebolu’da öğrendim, Kemal Paşa buyruk çıkarmış. Kim bir sandalla üç kayıkçı bulursa kaptana da, kayıkçılara da askerlik yok, diye.” “Zeynel için söylüyorum bunları. Kayığın kağtanı o görünecek… Sabri gelene kadar.”
“Mustafa Kemal’e bizim Zeynel daha yararlı olacaksa vereyim gitsin. Eğer denizde yaptığı işler yetiyorsa bozulmasın düzenimiz.”
“Ali Efendi Amca, Zeynel yalnız tuz alıp satmadı. Daha iyisini sen bilirsin! Kastamonu üzerinden Ankara’ya sandık sandık cephane taşınıyor. Bunu padişahın gemileri getirip bırakmıyor İnebolu kıyılarına. Bizim gibi beş on tonluk takalar, sandallar…”
“İstanbul’a girip çıkması biraz zormuş diyorlar. İngiliz varmış da…” “Var. Temiz İngiliz mavzeri de var. Kuvayı Milliyecilerin çok işine yarıyor bunlar. Atıcısını bulursa iyide vuruyormuş.”
“Zeynel’in abisinin künyesi geldi geçen gün. Afyon taraflarından.”
“Mustafa Kemal’i görmemişti, ama onun birçok iyi şeyler yapacağına inancı vardı. Bugüne kadar uzak topraklar üzerinde savaşılmıştı. Bu sefer bıçak gelip kemiğe dayanmıştı. Samsun’daki örgüt subaylarından birinin neler anlattığını anımsadı. Binbaşıymış ama sivil giyiniyordu. Bütün denizciler şimdilik öyleydi. Tanınmamak için… Karadeniz’e giren gâvur gemileri sandallarda bastırınca toplayıp götürüyordu onları… Daha olmazsa topa tutup batırıyordu takalarını… Bandırasından Yunan gemisi olduğunu anladığı bir zırhlı, kendi sandalına bile bir iki mermi yollamış, Sinop kıyılarındaki kayaların arasına gizlenip zor kurtulmuştu ellerinden. Sonradan öğrenmişti bu geminin Averof zırhlısı olduğunu. İnebolu’yu, Samsun’u bile topa tutmuştu bu namussuz gemi…”
“Hasköy, Halıcıoğlu depolarında çok tüfekler, çok cephaneler vardı İnebolu iskelesine götürüp Kemal Paşa’nın subaylarına teslim edecek… Oradan da Ecevit-Kastamonu yolundan, gene çoğu kendisi gibi kadınların ‘Ho…’ deyip sürdüğü kağnılarla Ankara İstasyonuna indirilecekti. Eğer bu savaş kazanılacaksa böyle kazanılacaktı. Erkeklerine cephelerde, tutkulu siyaset adamları tarafından yüzyıllardır kıyılan bir memleketin kurtuluş savaşına kadınlar da karışmalıydı.”
Cide’ye dönen Halime Kaptan, şube reisi Binbaşı Haşim Bey’den Kuvayı Milliye yardım için gerekli olan evrakları alarak yeniden denize açılmak için gerekli hazırlıkları tamamlar. Halime Kaptan artık Kuvayı Milliye tarafından tanınmaktadır. Şube Reis’inin Halime Kaptan ve Muhatar Ali Efendi ile geçen diyalogları yine günün şartlarına dair bize bilgi vermektedir.
“Kelepçeli altı kişi en önde gidecek! İbret olsun diye!… Biz cepheye çamurdan adam yapıp göndermeye çalışırken onlar başlarını alıp kaçmışlar. Düşman Ankara’ya doğru ilerliyor. Beylikköprü’ye girdi iki gün önce. Acımak yok bunlara.”
“Vatan Hainlerine acımak yok!”
“Düşman Beylikköprü’de… Bu memleketin kadınları bile kağnısında, takasında cephedekilere cephane yetiştirirken başına buyruk, dağda bayırda kaçaklık yok!”
“Kurtuluş savaşı yapıyoruz gencimizle, yaşlımızla, kadınımızla birlik olup…”
Kuvayı Milliye’den Binbaşı Mithat Bey’den zor bir görev alan Halime Kaptan yanında gemicileri Zeynel, Halil ve Bekir’le birlikte İnebolu’dan denize açılır. Oğlu Memiş’i köyde bırakmıştır. Yaşı sebebiyle asker kaçağı durumuna düşen Zeynel için Cide Askerlik Şubesinden yapmış oldukları vatan hizmetleri için özel izin çıkmıştır. Görev çok zordur ve ne yapıp edip görevi başarmak zorundadırlar.
Görev işgal altındaki İstanbul’dan kaçırılan silah ve cephanenin, Şile ve boğaz çıkışından kayıklar vasıtasıyla teknesine alınması ve İnebolu’ya ulaştırılması buradan da kağnılarla Kastamonu üzerinden Ankara’ya ve Kurtuluş Savaşı veren cephedeki vatan evlatlarına ulaştırılmasıdır.
Kefken Adasını sancaklarında bırakarak kıyı kıyı yol alarak kendilerine silah ve cephane getirecek kayıkları aramayı başlarlar ancak kendilerine verilecek silah ve cephaneyi taşıyan kayıklar İngiliz Gambotuna yakalanmışlardır. Kayıkları ararken de bu İngiliz sahil muhafaza motoruna yakalanırlar.
Halime Kaptan bu karşılaşmada kadın kılığına girmiş bu sayede şüphe çekmemişti. İngiliz Gambot ’una bu sayede yakın mesafeden gönderdiği el bombaları hiç dikkat çekmemiş ve peşi sıra çıkan çatışmada bot içerisindeki İstanbul Hükümeti’nin Rum kökenli tercümanı ile birlikte Boğazın karanlık sularına gömülür. Çatışmada Zeynel karnından vurularak ağır şekilde yaralanmıştı. Silah ve cephaneleri teknesine alan Halime Kaptan, silahları getiren Kuvayı Milliye’ci Teğmen İhsan’ı da aynı zamanda Zeynel’e bakması için de teknesine alarak İnebolu’ya emanetini teslim etmek üzere yola çıkar.
Yolda durumu ağır olan Zeynel’i Akçakoca’ya bırakmak için uğramaya karar verirler. Yine o esnada geçen konuşmalardan vatanın durumu ile ilgili bilgi sahibi oluyoruz.
“Bizim bildiğimize göre, İnebolu’ya kadar bütün kıyılar İstanbul Hükümeti’nin kontrolü altında…”
“Öyleydi… Yavaş yavaş bize geçiyor. Akçakoca’dan Ankara’ya bile gidilebilir artık. Orda bir Murat Bey var ki…”
“Yalnız denizlerde henüz bizim sözümüz geçmiyor. İngiliz gemileri, Yunan gemileri karşılaşınca topa tutuyor bizleri. Bir de çeteler… Kimin nesi olduğu belli olmayan çeteler aldı yürüdü. Zoru görünce hepsi de Kuvayı Milliyeci.”
Akçakoca yolunda Halime Kaptan daha önce teknesini Gideros’tan Sivastopol’a kaçıran kaçakçı Harun Reis ile karşılaşır. Harun Reis ve tayfası ile girdikleri silahlı çatışmada, Teğmen İhsan’ın kullandığı mitralyözünde avantajıyla tekne tayfasını ölü, Kaçakçı Harun Reisi yaralı olarak ele geçirirler. Romanda da belirtildiği üzere gün kimin düşman kimin dost, kimin Kuvayı Milliyeci kimin çeteci olduğunun belli olmadığı zor günlerdir. Halime Kaptan bu çatışmadan da yüzünün akıyla çıkarak emanetini teslim etmek üzere yoluna devam eder, cephedekiler silahla cephane bekliyorlardı.
Halime Kaptan bu vatanın bağrından çıkan fedakâr kadınlarından biridir. Vatan, millet sevgisi, özgürlük bu vatan evlatlarının kanına işlemiş, bu sevgi damarlarında dolaşmaktadır.
Halime Kaptan bize bu vatanın kolay kazanılmadığını, bu cennet vatanı korumak için her türlü fedakârlığın yapılabileceğini ve bunun için kadın – erkek, genç – yaşlı – çocuk ayrımının olmadığını tüm vatan evlatlarının top yekûn birlik olduğu zaman farkı olmaksızın her daim yapılacağını göstermiştir.
Vatan sana minnettardır Halime Kaptan, ruhun şad olsun!
Mutlu DÜNDAR
Kılavuz Kaptan